22 Ekim 2014 Çarşamba

E-bilet-Passolig'e Karşı Mücadele İkilemleri ve Tereddütleri Üzerine...

Sosyal yaşantı alanlarında (tribünde,sokakta v.s…) gelişen olaylar tepki gösterilmeye her yeltenildiğinde ikilemler, tereddütler çıkıyor ortaya.

Bunun tek sebebi örgütsüz-duyarsız toplum modelidir ki özellikle 80 darbesi sonrası devlet politikasıyla gerçekleşen bir süreçtir.

Biz neye nasıl tepki vereceğimizi bilmeyen bir toplumuz. Son passolig tartışmaları da bu yüzden.


Galatasaray tribünlerinde Andarletch ve Dortmund maçında ortaya çıkan ikilemlerin özü de bu sorundan kaynaklıdır ( bu meseledeki sıkıntı elbette salt Galatasaray tribünlerin özelinde değil tüm tribünlerle alakalı olarak, hatta toplumsal ve köklü bir sorundur, yazımda da zaten bunu özetlemeye çalışıyorum).

Bir taraf diyor ki; “dirayetimizi sürdürelim,passolig tamamen kalkana kadar hiçbir maça gitmeyelim”

Diğer taraf diyor ki “Derbide stad dolmadı, bu maçta stadı doldurursak passolig yoksa varız,varsa yokuz algısı yaratabiliriz”

Aslında bu görüşlerin ikisi de gayet makul.İkisi de mücadelenin içinde belirlenecek pozisyanlara gayet uygun.Önemli olan toplu olarak hangi pozisyonu alacağımızdır.Merkezi ve güvenilir bir karar mekanizması örgütlü toplumların olmazsa olmazıdır.Böyle bir örgütlülük mekanizması olmadığı için toplu eylemler (sivil itaatsizlikler de buna dahil) asla gerçekleşemiyor.Bu durum elbette tribünsel tepkilere de yansıyor ve ortaya konulacak tepkiler ayrıştığında güçlü hiçbir algı yaratılamıyor.


Sözün özü once bu ince detay içeren ikilem ve ayrışmalardan kaçınarak toplu şekilde hareket edilme gerekliliğini kavramaktır.Ancak bu kültürün oturması bu ülkede elbette uzun bir zaman alacaktır.

Yani ciddi ve dirayetli mücadeleler için daha katedilecek çok ama çok yolumuz var.

ENDÜSTRİYEL FUTBOLA, E-BİLET'E VE PASSOLİG DAYATMASINA HAYIR !

8 Eylül 2014 Pazartesi

E-Bilet'e Hayır, Peki Neden Hayır?

        Tribüncü, tribüncülük kavramının endüstriyel futbol canavarı tarafından içinin boşaltılması sürecinin doruk noktasına ulaşmasıyla sınırlayıcı, sınıflandırıcı ve caydırıcı olması niteliğiyle ortaya çıkarılan e-bilet yasası ve bu yasaya bağlı olarak tek amacı müşterileşmiş-etkisizleştirilmiş seyirci profili üzerinden çeşitli çıkarımlar elde etmek olan passolig uygulaması tribündeki onurlu taraftarın önündeki son durak gibi görünmektedir ne yazık ki...

Karşımızda duran e-bilet problemine karşı nasıl savaşacağımız konusundaki tek gereklilik örgütlü direnmektir.Ancak günümüz koşullarında çoğu tribün grubunun da siyasete boyun eğdiğini görüyoruz. Bu gibi grupların neden böyle bir duruşsuzluk içinde olduğuna dair toplumsal-sosyolojik anlamda eleştirel uzun uzadıya tespitler yapılabilir. Bu durumda nasıl direnileceğinin nasıl örgütleneceğinin tarifini de irdelemek, tartışmak , ciddi şekilde masaya yatırmak gerekir elbette...

Ancak biz şimdi öncelikle neden e-bilet'e karşı çıkmalıyız, bu probleme dair önümüze neler çıkacak bunu tespit edelim;

E bilet'e karşıyız,

Çünkü bu uygulama fişlenip kontrol edilebilen bir toplum inşaasının ilk adımlarındandır.

Çünkü maça gitmek doğal bir haktır, bu hakkın önüne çeşitli kriterler konulup araya aracı özel bir banka koyulamaz, taraftar toplumun bir parçasıdır, toplum ve dolayısıyla taraftar sömürülemez.

Çünkü e-bilet+passolig sistemi ranttır. Sermayenin  sömürüsüne boyun eğen halklar onursuzlaştırılma sürecine girer.Tribünlerse bu düzensizliğin karşısındaki en büyük güçlerdendir, tribün gücü eğer kontrol edilemezse sistem bundan rahatsız olur.Sistem kendi yarattığı rant ortamına çomak sokanları pasifize etmenin yollarını arar.

Çünkü söz konusu uygulama baştan aşağı haksızlıktır.Bir babanın çocuğuyla maça gitmesine engeldir. Gurbetçi bir vatandaşın sezonda tek maça gelebildiği bir ortamda tek maç üzerinden dahi gurbetçi insanımızı sömürmektir.

Çünkü şahsi bilgilerimiz bize aittir, kimseye şahsi bilgilerimizi vermek zorunda değiliz.Bu ileri derece onur kırıcı bir tasarruftur...



Bu gibi maddeleri elbette çoğaltabilir hatta sonsuzlaştırabiliriz.Bu uygulama tribünlerdeki sözüm ona şiddeti önleme bahanesiyle başlı başına oynanan tiyatronun başarısız bir sahnesi gibidir. Şiddetle beslenen devlet ve bugünün iktidarın tribündeki suni şiddetten dolayı böylesi bir uygulamayı hayata geçirmiş olmasına inanmak imkansızın dahi altında bir durumdur. Küçük bir çocuğu 269 gün komaya sokup öldürenlerin, topluma hergün yeni bir şiddet dayatmasında bulunanların  herhangi bir platform ya da yaşam alanındaki şiddete karşı önlem alma gibi bir tasarrufu ihtimal dahilinde değildir. Bu uygulama rantlarına uydurdukları kılıftan öte değidir.

Taraftarlık ve insanlık onurun için bu ranta sen de dur de !




DİP NOT: 25 EYLÜL'DE E-BİLET DURUŞMASI İÇİN ANKARA ADLİYESİ'NE HEP BERABER PASSOLİG'E HAYIR DEMEYE




20 Eylül 2012 Perşembe

Taraftarlık 'Taraf' Olmaksa...

Başlıkta durum gayet açık ve nettir aslında.Taraftarlık zaten aidiyetlik hissiyatından ortaya çıkan bir 'taraf olma' durumudur.

Ancak yeryüzünün başka hiçbir yerinde görülmeyen, işitilmemiş saçma bir anlayış ülkemizde değer görmektedir.

Avrupa'da diğer Türk takımlarını destekleme zorunluluğu..!

Arjantin'de bir Boca Juniors taraftarının Libertadores Kupası'nda Riverplate'i , İtalya'da bir Romalı'nın Lazio'yu ya da Yunanistan'da bir Panathinaikoslu'nun Olympiakos'u Avrupa arenasında desteklediğine şahit olamazsınız. Ancak bizim ülkemizde Avrupa arenasında ülkenin bir diğer takımını ya da ezeli rakibini Avrupa'da desteklemeyen herhangi bir taraftar hor görülür, o kimilerine göre bir holigan hatta milli şuuru kapalı bir vatan hanidir!

Aslında bizim ülkemizdeki bu durumu sosyolojik hatta toplumsal psikoloji açısından irdelemek ve analiz emek gerekir ancak sayfalar dolusu uzun uzadıya yazılan blogların sıkıcı olduğuna kanaat getirmiş biri olarak bu durumu en kısa şekilde şöyle özetleyebilirim;

Bu durum çocukluğumuzdan beri kafamıza kakılan 'ezilmişlik' duygusunun sonucudur, biz Avrupa tarafından hep hor görülen, hep yerilen bir toplum olduğumuza alıştırıldık, elbette Avrupa tarafından dışlanmışlık tespitine kısmen katılıyorum ancak bu duruma karşı toplumsal olarak özellikle de medya aracılığıyla çok arabesk tepkiler vermekteyiz, oysa toplumları ayakta tutan en önemli şeylerden biri asalettir.Bu dışlanmalara karşı kimi zaman vurdumduymaz kimi zaman da asil bir duruş ortaya koysaydık bana göre Türkiye toplumu açısından daha doğru bir duruş ortaya koymuş olurduk, en azından toplumsal duygusallığımızı arabeskleştirmeseydik kesinlikle kazanmlarımız daha çok olurdu.

 Düşünün ki İsrail ile gergin bir politik süreçte olduğumu dönemlerin birinde bir Türk ekibi bir İsrail takımını eledikten sonra medyamızda atılan başlıklar adeta savaş zaferi tadında, sanki memleketin düşman işgalinden kurtuluşunun ertesi gibiydi.Ayrıca siyasilerin dünden bugüne dış politikadaki başarısızlıklarının üstünün örtülmesine de oldukça yardımcıdır aslında bu tür psikolojik yönlendirmeler...

 Ayrıca bazı zamanlar özellikle Galatasaray ve Fenerbahçeli bazı taraftarların birbirlerini Avrupa arenasında desteklememeleri konusunda ortaya bunu gerektirecek argümanlar koymaya çalıştıklarına şahit oluyorum.Oysa bu durum için sebebe ya da sebebe dahil olacak argümanlara gerek yoktur, özellikle ezeli rakiplerin Avrupa'da , zartta zurtta desteklenmemesi zaten normal olan ve olağandır, bunun için farklı bir sebebe, hele hele ''siz şöyle takımsınız şöyle ettiniz böyle ettiniz o yüzden niye destekleyecekmişim x spor'u '' minvalindeki gerekçelere hiç ihtiyaç yoktur, belirttiğim gibi zaten ezeli rakibi desteklememek en normal olanıdır.

Aynı zamanda  'bir başka takımı Avrupa'da desteklememek yurt hainliğidir' safsatası vardır ki sadece gülüyorum.Ayrıca bu durum asla toplumsal ayrıştırmalara mahal vermez herkes içini ferah tutsun.

Uzun lafın kısası taraftarlık zaten taraf olmaksa, taraftarı olduğumuz takımı sadece yerel manada tutmuyoruz öyle değil mi? Rakibin heryerde rakibindir, rakibin seninle maç yapsa da yapmasa da rakibindir...

Not: Yazı içinde uzun blog yazılarına giydirmişim ancak devamında yaz babam yaz yapmışım, neyse, çok doluymuşum demek ki...


17 Eylül 2012 Pazartesi

Futbolun Çılgınları -2-

Jorge Campos...

Dünya futbolunun bir diğer renkli kimliği Jorge Campos daha çok kendisinin tasarlayıp giydiği ilginç kaleci formalarıyla dikkat çekmiştir.Rengarenk kaleci formalarıyla renkli kaleciliğine daha da renk katan bir isimdi Campos...







  Kariyerinde kıtası dışında futbol oynamamış ancak özellikle ABD 94 Dünya Kupası organizasyonunda futbolseverlerin dikkatini çekmiştir. Rene Higuita örneğindeki gibi topla oynamayı seven bir kaleci olan Campos bir dönem forvet pozisyonunda da oynamış hatta kaleci olarak başladığı bazı müsabakalarda ilerleyen dakikalarda maçı forvet olarak bile tamamlamıştır.

2004 yılında futbol hayatına nokta koyan Campos kariyeri boyunca tam 40 gole imzasını koymuştur...

Jorge Campos'u tanımayanlar için gayet tanıtıcı bir video ;




24 Mart 2012 Cumartesi

Pardon ! Koreografi mi Dediniz?

Koreografi konusunda ülkemizde özellikle son yıllarda Galatasaray ve Fenerbahçe tribünleri arasında müthiş bir rekabet var.

Elbette koreografi denildi mi akla A.C. Milan'ın ünlü FDL tribünü gelir...

Yeryüzünde koreografi konusunda bir çok kişinin ortak fikri , bu konuda en iyi FDL'dir görüşüdür tartışmasız.

Ancak Kuzey Afrika tribünleri gözlerden ırak bu işi FDL'den bile daha yapıyor dersek sanırım yanılmayız...

Fas'ın en önemli derbilerinden olan Wydad ve Raja takımlarının ultralarının yarı yarıya yerleştikleri  tribünlerde yaptıkları muhteşem koreografi potborisi için tıklayınız;



Sadece Fas'ta değil, Mısır, Cezayir ve Tunus gibi diğer Kuzey Afrika ülkelerinin tribünlerinde de harika koreografiler sunulmakta...

Tribün kültürünün varlığından dahi bihaber olduğumuz diyarlarda böylesi tribün şovlarını görebilmek hem kıskandırıyor hem de imrendiriyor, biraz da -hatta baya- hoşumuza da gidiyor doğrusu...

22 Mart 2012 Perşembe

Futbolun Çılgınları -1-

Jose Rene Higuita Zapata...



Futbol tarihinin gelmiş geçmiş en çılgın adamı!

Sadece bir kaleci değil, futbol denen şovun en büyük kahramanlarındandı Rene... O'nun için kalecilik mesleği sıkıcı kalecilik jargonunun çok dışındaydı.O sadece kalecilik yapmak için, rakip forvetlerin gol vuruşlarını savunma çabasında bulunup, kendi savunmasıyla uyum içinde olabilme dürtüsüyle mesleğini icra edecek kadar futbolu basit bir oyun olarak görebilmiş bir karakter değildi..!

Rene için futbol heyecandı...

Oyunun sıradanlığı  içinde ayaklarına gelen topla minik şovlar yapıp futbola heyecan katmak onun işiydi ;




Sıkıcı futbola meydan okuyan bir çılgından bahsediyoruz!

Bu çılgınlıkları zaman zaman başına iş açsa da (1990 Dünya Kupası'nda Kamerun'dan yediği gol) dünya futbolunun bu çılgın adamı her zaman saygıyı haketmiştir.

Kariyerinde 41 resmi golü bulunan Rene'nin 'bana göre' en güzel golü için aşağıdaki videoyu tıklayınız:
(videodaki spikerin çığlıkları da es geçilecek gibi değil)



Rene Higuita gibi futbolu seven futbol delileri aynı zamanda endüstrileştikçe sıkıcılaşan futbolun karşısında birer kahramandırlar!

Rene, 2010 yılında muhteşem bir jübileyle futbola veda etmiş olsa da futbolun romantiklerinin asla unutamayacağı bir kişiliktir.

Futbolun en çılgın adamına sevgilerle!

30 Eylül 2010 Perşembe

Tribünde Mağlup Sahada Galip


Buruk sevinçlerin özeti gibidir...

Özellikle karşı tribündekiler ezeli rakibinin destekçileriyse daha da boğazda düğümlenir o galibiyet. Bir taraftar için alınan galibeyette tribünsel anlamda katkı verememek, o galibiyette rol alamamak acının ta kendisidir.

Hezeyandır...

Müşterileşmiş, seyircileşmiş taraftar için böyle bir kaygı elbette yoktur, zaten onların büyük çoğunluğu galibiyet sevincini dahi en fazla sıcak yataklarına postu serene kadar sürdürürler. Ezeli rakibin tribünleri seni kendi sahanda esir almıştır gibi durumlardan hiç rahatsız olmaz, kaldı ki bunun farkında bile değildir, o sadece galibiyet isteyendir, kısa mutluluklar peşindedir.

Ancak taraftardır hem sevinci hem hüznü ayrıntısına kadar yaşayabilen ve hisseden...

Endüstrileştikçe bu futbol dediğimiz şey , bu gibi  kaygılardan kendini sıyırmış seyirci profillerine teslim oluyor malumunuz ! Oysa bazen ne de güzeldir galibiyete buruk bir sevinçle sarılmak...

Ne de güzeldir tribünde kaygılı olmak!

"Ya bugün tribün gününde değilse, ya bugün deplasman tarafı bizi esir alırsa" endişesini yaşamak...

Evet bu kaygılar bile anlamlı , güzel ve çekicidir tribüncü ruhlar için.